Loading...
15.08.2022

İşçinin İş Akdinin Bitmesinden Sonraki Dönemde Oluşan Haksız Rekabet

T.C. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 
Esas: 2013/ 13-412 
Karar: 2013 / 1708 
Karar Tarihi: 25.12.2013

ÖZET: Mutlak ticari dava niteliğindeki eldeki davaya bakma görevi de ticaret mahkemesine ait olup; yerel mahkemenin, iş mahkemesinin davaya bakmakla görevli olduğundan bahisle, verdiği görevsizlik kararı usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
(5521 S. K. m. 1, 5) (818 S. K. m. 48, 348, 455, 526) (6762 S. K. m. 4, 56, 65) (6098 S. K. m. 444, 447) (YHGK. 21.09.2011 T. 2011/9-508 E. 2011/545 K.)

Dava ve Karar: Taraflar arasındaki davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Asliye 6. Ticaret Mahkemesince <görevsizlik nedeniyle dava dilekçesinin reddine,> dair verilen 20.07.2010 gün ve 2010/292 E., 2010/418 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 05.05.2011 gün ve 2010/15924 E., 2011/7221 K. sayılı ilamı ile; 

(...Dava konusu uyuşmazlık davalının davacı şirket bünyesinde özel müşteriler yöneticisi olarak çalışması sırasında imzalanan hizmet sözleşmesinden kaynaklanan alacak isteğine ilişkindir. Bu gibi hizmet sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklara ilişkin davalara bakmaya 1475 ve 5521 sayılı Kanunların 1.maddeleri hükmü gereğince iş mahkemeleri görevlidir. Bu nedenle davanın iş mahkemesinde görülmesi gerekir. Mahkemece bu yönler göz önünde tutularak ayrı bir iş mahkemesi varsa dava dilekçesinin görev yönünden reddine, yok ise ara kararı verilerek davaya iş mahkemesi sıfatıyla bakılması gerekir.

O halde Asliye Hukuk Mahkemesi sıfatıyla verilmiş bulunan karar bozulmalıdır...)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. 

TEMYİZ EDEN: Davacı vekili 

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: 

Yerel Mahkemece, görevsizlik nedeniyle dava dilekçesinin reddine dair verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde gösterilen gerekçelerle bozulmuştur. 

Mahkemece önceki kararda direnilmiş; hükmü davacı vekili temyize getirmiştir. 

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, İş akdinin sona ermesinden sonra sözleşmede yer alan rekabet yasağının ihlali nedeni ile açılan davada, asliye ticaret mahkemelerin mi yoksa iş mahkemelerinin mi görevli olduğu noktasında toplanmaktadır. 

Her ne kadar, Yerel Mahkeme ile Özel Daire, hizmet sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklara ilişkin davalara bakmaya 1475 ve 5521 sayılı Kanunların 1.maddeleri hükmü gereğince iş mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna varmışsa da, görev kamu düzeni ile ilgili olduğundan ve yargılamanın her aşamasında re`sen nazara alınması gerektiğinden, bu husus, Hukuk Genel Kurulunda, re`sen dikkate alınarak değerlendirmiştir.

Bu konuda, öncelikle rekabet kavramı ve genel olarak rekabete ilişkin yasal düzenlemelere değinilmesinde yarar bulunmaktadır: 

Ticari hayatta rekabetin; işletmelerin verimini arttırıcı, üretilen mal ve hizmetlerin kalitesini yükseltici ve fiyatları düşürücü fonksiyonları bulunduğu ileri sürülmekte olup; bu yönüyle yararlı olan rekabetin dürüstlük kuralları içinde yapılması ve kötüye kullanılmaması gerekir. (Arkan Sabih Ticari İşletme Hukuku, Bankacılık Enstitüsü, 2011, s:308). 

Hizmet akdinin sona ermesinden sonra işçiyi işverene karşı rekabet oluşturacak faaliyetlerden kaçınmakla yükümlü kılan rekabet yasağı sözleşmesi, piyasa ekonomisinin ve teknolojideki gelişmelerin bir ürünü olarak yirminci yüzyıldan itibaren önem kazanmaya başlamıştır (Soyer Polat, Rekabet Yasağı Sözleşmesi, Ankara 1994, S: 3). 

818 Sayılı Borçlar Kanunu(BK)`nun 48.maddesinde, haksız rekabete ilişkin genel düzenleme yapılmış olup; 455. maddesinde ticari mümessiller ve ticari vekiller, 526. maddesinde ise adi ortaklar bakımından özel düzenlemeler bulunmaktadır. 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu`nun 56-65 maddelerinde haksız rekabete ilişkin genel düzenlemeler ve anılan Kanun`un 172, 250, 547.maddelerinde de özel düzenlemeler yer almaktadır (Uygur Turgut, Borçlar Kanunu, Seçkin Yayınları,2003,s:7435). 

818 sayılı Borçlar Kanunu`nun Hizmet Akdi`ni açıklayan 10.Bab`ının içinde, başlığı altında 348 ve devamı maddeleri bu yükümlülüğe ilişkin düzenlemeleri içermektedir. 

BK`nun 348.maddesinde: 

<İş sahibinin müşterilerini tanımak veya işlerinin esrarına nüfuz etmek hususlarında işçiye müsait olan bir hizmet akdinde her iki taraf, akdin hitamından sonra, işçinin kendi namına iş sahibi ile rekabet edecek bir iş yapamamasını ve rakip bir müessesede çalışamamasını ve böyle bir müessesede şerik veya sair sıfatla alakadar olamamasını, şart edebilirler. 

Rekabet memnuniyetine dair olan şart; ancak işçinin müşterileri tanımasından ve esrara nüfuzundan istifade ederek iş sahibine hissolunacak derecede bir zarar husulüne sebebiyet verebilecek ise caizdir. 

İşçi, akdin yapıldığı zamanda reşit değil ise rekabet memnuiyetine dair olan şart batıldır.> 

Hükmünü yer almaktadır. 

Madde metninde de açıkça <...akdin hitamından sonra...> sözcükleriyle ifade edildiği üzere BK`nun 348.maddesinde düzenlenen rekabet yasağı, hizmet akdi son bulduktan sonra geçecek döneme ilişkindir. 

Hizmet akdi devam ederken, haksız rekabet hususunda bu hüküm değil; hizmet akdi hükümleri ve haksız rekabete ilişkin genel hükümler uygulanır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu`nun 444-447. maddelerinde işçinin rekabet yasağı ile ilgili benzer hükümler yer almaktadır 

Diğer taraftan, 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu(TTK)`nun 4.maddesinde; 

<...Tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın:...(3.) Borçlar Kanunu`nun, ...rekabet memnuiyetine dair 348 ve 352,...maddelerinde;...tanzim olunan hususlardan doğan hukuk davaları ticari dava sayılır.> 

hükmü bulunmaktadır. 

Aynı Kanunun 5.maddesine göre ise : 

6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu`nun 4.maddesi, bir davanın ticari dava niteliği taşıyıp taşımadığının belirlenmesinde üç ayrı kıstas öngörmektedir: 

Bunlardan ilki, anılan Kanun`un saydığı belirli hükümlerde düzenlenen hususlarla ilgili davaların başka hiçbir şart aranmaksızın mutlak olarak ticari dava sayılması; ikincisi, bir ticari işletmeyi ilgilendirmesi; üçüncüsü ise, ticari iş kavramından faydalanılarak ticari dava niteliği tanınmasıdır. 

Maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere <öz ticaret hayatına mahsus olup ayrı bir ihtisas cephesi arzeden> hususlardan doğan davalar mutlak ticari dava olarak sayılmış olup; mutlak dava terimi, tarafların sıfatı veya işlem ve fiilin ilgili olduğu işletmenin ticari olup olmadığı olgusu dikkate alınmaksızın bu davaların kendiliğinden ticari dava niteliğini taşıdığını ortaya koymaktadır. Borçlar Kanunu`nda hizmetlinin rekabet yasağı ile ilgili 348-352 maddelerinden doğan davalar, rekabet yasağı kavramının ticaret mahkemesince daha isabetli olarak değerlendirilebileceği düşünülerek ticari sayılmıştır (Poroy-Yasaman,Ticari İşletme Hukuku,Vedat Kitapçılık, 10. bası, s: 103-104). 

Benzer şekilde, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu`nun 4. maddesinde tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu`nun rekabet yasağına ilişkin 444 ve 447 maddelerinde öngörülen hususlardan doğan hukuk davalarının ticari dava olduğu ve 5 maddesinde de aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın asliye ticaret mahkemesi tüm ticari davalara bakmakla görevli olduğu kabul edilmiştir.

Öte yandan; 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu`nun 1.maddesi uyarınca; <İş Kanununa göre işçi sayılan kişilerle işverenler arasında iş akdinden ya da İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk davalarına iş mahkemelerinde bakılır.> Hemen burada İş Mahkemelerinin tarihsel gelişimi ve görev alanı üzerinde durmakta yarar vardır: 

Özel nitelikteki bu Kanunların hiçbiri Borçlar Kanunu`nun iş ve çalışma hayatına ilişkin hükümlerini yürürlükten kaldırmamış; aksine İş Kanunu hükümlerine aykırı olmamak üzere iş akdinden kaynaklanan uyuşmazlıklara ve İş Kanunları kapsamı dışında kalan hizmet akitlerine uygulanacağı hususu kanun koyucu tarafından açıkça vurgulanmıştır. 

İş akdinin kurulması ile doğan sadakat borcu; işçi tarafından işverenin çıkarlarını koruma ve gözetme borcudur. Rekabet etmeme borcu ise, iş akdinin sonuçlarından olan; işçinin, işverene sadakat borcunun olumsuz yönünü ifade eder. 

Devletin iş ilişkilerini düzenlerken nasıl işçiyi koruma amacıyla özel mahiyette maddi hukuk kuralları vazetmesi gerekiyorsa; bir hukuk uyuşmazlığı olarak iş uyuşmazlıklarının çözümünü de genel yargıdan ayırması, İş Hukukuna has, bu hukukun amacına hizmet edecek şekilde kolay, hızlı ve ekonomik usul kurallarıyla yargılayan uzman özel (spesifik) bir yargıya bırakması gerekmektedir. İşte bu gerek, çoğu ülkede olduğu gibi Türkiye`de de iş davalarının, bu alanda uzman, özel mahkemelerde; iş mahkemelerinde ve genel yargılama usullerinden farklı bir usule göre görülmesini, yani bir iş yargısının varlığını, zorunluluğunu ifade eder (Prof. Dr. H. Mollamahmutoğlu, İş Hukuku, Turhan Yayınları, 2004, S:103). 

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu`nun 1.maddesi ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu`nun 29.06.1960 gün, 1960/13 ve 1960/15 sayılı kararında; İş Mahkemelerinin, işçi sayılan kimselerle (Kanunun değiştirilen 2`nci maddesinin C, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında <iş akdinden doğan> veya <iş kanuna dayanan> her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlıkların bu mahkemelerde çözümleneceği açıklanmıştır.

Buna göre; iş mahkemeleri, iş akdinden doğan münasebetlerden çıkan davaların bu konularda özel bilgiye sahip mahkemelerde görülmesi amacıyla kurulmuştur. İşçi sayılan kimselerle (Kanunla değiştirilen 2.maddesinin C, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren arasında iş akdinden veya iş kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlıklar bu mahkemelerde çözümlenecektir. 

O halde, 1950 yılında yürürlüğe giren 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu uyarınca; bir uyuşmazlığın iş mahkemelerinde görülebilmesi için, işçi sayılan kişilerle işveren arasında iş akdinden doğan veya iş kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlığın bulunması gerekir. 

Nitekim, aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 05.02.2003 gün, 2003/82-65 sayılı kararında da işaret edilmiştir. 

Görülmektedir ki; iş uyuşmazlıkları, özel nitelikte hukuki uyuşmazlıklardır. 5521 sayılı Kanunun 1.maddesinde iş mahkemelerinin görev alanına giren hukuki uyuşmazlıklar olarak iş uyuşmazlıkları, <İş kanununa göre işçi sayılan kimselerle...işveren veya vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıkları...> olarak belirtilmektedir. 

Şu halde iş mahkemelerinin görev alanına giren hukuk uyuşmazlıkları olarak iş uyuşmazlıkları; tarafları ve konusu kanunla belirlenmiş; yani belirli nitelikte uyuşmazlıklar olup, görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, içeriği keyfi surette doldurulamayacak uyuşmazlıklardır. Bu nedenledir ki; bir hukuk mahkemesi olarak iş mahkemeleri, iş sözleşmesi veya İş Kanunundan doğmuş olsa dahi idari ve cezai uyuşmazlıklara doğal olarak bakamayacağı gibi İş Kanunu kapsamı dışında kalan işçilerle onları çalıştıran işverenler arasındaki uyuşmazlıklara da, iş sözleşmesinden kaynaklanmış olsalar dahi, bakamayacaktır. Bu sonuncu türden uyuşmazlıklar, tarafları işçi ve işveren, kaynağı da iş sözleşmesi olduğu halde iş uyuşmazlığı olarak nitelenemez ve bu itibarla da bu uyuşmazlıkları konu edinen davalar iş davası olarak değerlendirilemez; genel olarak hukuk uyuşmazlıkları ve hukuk davaları içinde yer alırlar(Prof. Dr. H. Mollamahmutoğlu, İş Hukuku, Turhan Yayınları, 2004, S:104-105). 

5521 sayılı Kanunda yer alan <işçi sayılan> tabiri, İş Kanunu kapsamında bulunan işçi olarak yorumlanmalıdır. 

Bu durumda, 4857 sayılı İş Kanununun İstisnalar başlıklı 4.maddesinde sayılan kişiler ile belirtilen işlerde çalışanlar tarafından açılacak davalarda iş mahkemeleri değil, genel mahkemeler görevlidir. 

Açıklanan hususlara, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 22.09.2008 gün ve 2008/9-517 E., 2008/566 K. sayılı ve 21.09.2011 gün ve 2011/9-508 2011/545K. sayılı kararlarında da işaret edilmiştir. 

Vurgulamakta yarar vardır ki, işçi işe alındığı andan işten çıkarılacağı ana kadar işverene karşı rekabet yapamaz. Zira, söz konusu zaman parçası içinde yapılmış rekabet sadakat borcuna aykırılık oluşturur. İşçinin İş Kanununun 25./II. b,d ve e bentleri gereğince doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması sadakat borcunun ihlali olarak kabul edilmiş; bu halde işverenin iş akdini feshedebileceği gibi tazminat da isteyebileceği hükme bağlanmıştır. 

Rekabet etmeme borcu ise işçinin öteki borçları gibi her iş sözleşmesi için söz konusu olan borçlardan değildir. İş akdinin devamı süresince işçinin işverenle rekabet etmemesi sadakat borcu içinde yer alan bir yükümlülüktür. Buna karşılık, taraflar iş ilişkisi devam ederken sözleşmenin bitiminden sonra işçinin rekabet etmeyeceğine ilişkin bir hükmün iş akdine konulmasını veya bu konuda ayrı bir sözleşme (rekabet yasağı sözleşmesi) yapılmasını kararlaştırabilirler. İş akdi sona erdikten sonra işçinin işverenle rekabet etmeme borcu ancak böyle bir yükümlülük sözleşme ile kararlaştırıldığı takdirde söz konusu olmaktadır(Prof. Dr. S. Süzek, İş Hukuku, Beta Yayınları, 2005, S:277). 

Bu noktada, iş görme ve sadakat borçları ile rekabet etmeme borcu(rekabet yasağı) arasındaki ayrıma değinilmesinde yarar bulunmaktadır: 

İş görme ve sadakat borçları, açıkça kararlaştırılmasa bile her iş sözleşmesinde vardır. Rekabet etmeme borcu ise, ancak iş sözleşmesi taraflarının açıkça kararlaştırmaları halinde ortaya çıkar. 

Bundan başka, iş görme ve sadakat borçlarının yerine getirilmesi sadece sözleşmenin yürürlüğü sırasında söz konusudur. Buna karşılık BK`nunda düzenlenmiş olan rekabet etmeme borcu ise iş sözleşmesinden sonraki süre içinde yerine getirilir. Rekabet etmeme yükümüne ilişkin sözleşmenin yazılı şekilde yapılması, iş ve süre ile sınırlandırılmış olması, işçinin ekonomik geleceğini hakkaniyete aykırı olarak tehlikeye sokmaması ve işçinin reşit olması gerekir. 

İş sözleşmesi devam ederken, işçinin rekabet sayılacak davranışları ise <doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlar olup <İş Kanunu`nun 25/II-e kapsamına girer ve işveren için haklı fesih nedeni oluşturur. Rekabet yasağına aykırı hareket edilmesi halinde ise işçi, BK.nun 351.maddesi gereğince zararı tazmin ile mükelleftir (Çelik Nuri, İş Hukuk Dersleri, Beta Yayınları, 22.Bası, Ağustos s: 136-139; Tunçomağ Kenan, Centel Tankut, İş Hukukunun Esasları, Beta Yayınları, s:101; Mollamahmutoğlu Hamdi, İş Hukuku, Turhan Yayınevi, 2. Bası,s:367; Süzek Sarper, İş Hukuku, Beta Yayınları, 2.Bası, s:276-277). 

Kanun koyucu bu kuralı rekabet yasağı sözleşmesinin ticari işletmeyi ilgilendirmesi nedeniyle getirmiş olup; öğretide rekabet yasağı sözleşmesi ile hizmet akdi arasındaki yakın ilişki nedeniyle iş mahkemelerinin görevli olması gerektiği her hizmet sözleşmesinin mutlaka bir ticari işletmeyi ilgilendireceğini kabul etmenin mümkün olmadığı, dolayısıyla esnaf düzeyindeki kişinin yaptığı hizmet sözleşmesinde yer alan rekabet yasağının ihlalinden doğan davanın da bu hüküm gereğince mutlak ticari dava sayılmasının anlamsız olduğu, bu tür bir sözleşmeden doğan uyuşmazlık <öz ticaret hayatına> ilişkin olmadığı gibi çözümünün de ayrı bir uzmanlığı gerektirmeyeceği görüşü de savunulmaktadır (Soyer Polat a.g.e.s:25; Arkan Sabih, Ticari İşletme Hukuku, Onuncu Bası, s. 96). 

Yukarıdaki ayrıntılı açıklamalar göstermektedir ki, iş akdinin devamı sırasında işçinin sadakat borcundan kaynaklanan rekabet etmeme yasağına aykırılık halinde, bu tür davalara bakmakla görevli mahkeme iş mahkemesidir. İş akdinin sona ermesinden sonra rekabet yasağına aykırı hareket edilmesi halinde ise, buna dayalı olarak açılacak dava niteliği itibariyle 818 sayılı BK`nun 348. maddesi kapsamına girmekle ve bu kapsamdaki davalar TTK.nun 4/1-3 maddesinin açık hükmü karşısında tarafların sıfatına bakılmaksızın mutlak ticari davalardan olmakla, bu tür davaların ticaret mahkemesinde incelenip karara bağlanması gerekir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 29.02.2012 gün ve 2011/11-781 E., 2012/109 K.) sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir. 

Böylece iş ve ticaret mahkemelerinin görev alanlarına ilişkin kıstaslar ortaya konulduğuna göre, yapılan açıklamalar ışığında, somut olay irdelenerek, eldeki davanın 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu`nun 440 ve devamı (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu`nun 348 ve devamı) maddeleri kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceğinin ve buna göre de davaya bakmakla görevli mahkemenin hangisi olduğunun belirlenmesine geçilmelidir: 

Somut olay bu çerçevede irdelendiğinde: 

Dava; rekabet yasağının ihlalinden doğduğu ileri sürülen cezai şartın tahsili istemine ilişkindir. 

Davacı tarafça, şirket bünyesinde özel müşteriler yöneticisi olarak çalışmakta iken, 30.07.2009 tarihi itibariyle iş akdi feshedilen davalının, yaptığı görev itibariyle yüksek fon değerleri olan müşteriler ile çalıştığını, bu müşterilerin bireysel emeklilik sözleşmelerinde aracılık etmekte olduğunu, bu müşterilere ait her türlü kişisel ve gizli bilgilere sahip olduğunu, müvekkili şirketin bu denli hassas ve önemli ticari sır niteliğindeki bilgilerinin korunabilmesi amacıyla müvekkili şirket ile davacı arasında rekabet yasağı ticari sırların saklanması hakkında anlaşma imzalandığı, bu anlaşmanın 5. maddesine aykırı olarak davalının aracılık ettiği bireysel emeklilik sözleşmelerinden, toplam fon değeri 206,578,00 TL. Olan 16 adedinin başka bir bireysel emeklilik şirketine transfer edildiğinin tespit edildiği, böylece rekabet yasağını ihlal ettiği iddiasıyla işbu dava açılmıştır 

Taraflar arasında düzenlenen başlıklı sözleşme ile davalı; iş sözleşmesinin sona ermesinden itibaren iki yıl süreyle, kabul etmiştir. 

Eldeki dava, davalının imzaladığı ile işten ayrıldığı tarihten itibaren iki yıl süreyle rekabet etmemeyi taahhüt etmesine karşın; akdin sona ermesinden sonra, davalının aracılık ettiği bireysel emeklilik sözleşmelerinden, toplam fon değeri 206,578,00 TL. Olan 16 adedinin başka bir bireysel emeklilik şirketine transfer edildiğinin aynı alanda faaliyet gösteren başka bir şirkette çalıştığı ve rekabet yasağını ihlal ettiği iddiasına dayanmaktadır. 

Gerek davalı işçi ile davacı arasında imzalanan rekabet yasağı sözleşmesinin kapsamı, gerek davalının davacıya ait işyerinden sözleşmesi feshedilerek ayrılmış olması, gerekse de davacının istemi ile davanın açıklanan özelliğine göre; davalının rekabet yasağını ihlal eden davranışının açık biçimde iş akdinin sona ermesinden sonraki döneme ilişkin bulunduğu; bu davranışın, hizmet akdinin sona ermesinden sonra gerçekleşen rekabet yasağına aykırılığı düzenleyen, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu`nun 444 ve 447 maddeleri (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu`nun 348.maddesi) kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açıktır. 

Bu kapsamda yer alan uyuşmazlıklara ilişkin davaların ise, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu 4/1-c. (mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu`nun 4/1-3.) maddesi gereğince mutlak ticari dava niteliği taşıdığında duraksama bulunmamaktadır. 

Mutlak ticari davaların görülme yeri ise, açık biçimde ticaret mahkemeleridir. 

Bu konuda, Hukuk Genel Kurulu`nda yapılan görüşmelerde azınlıkta kalan görüş sahipleri; 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu 5/1. ( (mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu`nun 5/1.) maddesinde hükmü nedeniyle, özel düzenleme bulunan, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu`nun 5.maddesine göre, rekabet yasağının ihlaline ilişkin uyuşmazlığın iş mahkemesince ve iş hukuku kurallarına göre çözülmesi gerektiği, Hukuk Genel Kurulu`nun 21.09.2011 gün ve 2011/9-508 E., 2011/545 K. sayılı kararının da aynı yönde olduğu savunulmuşsa da, bu görüş kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir. 

O halde, mutlak ticari dava niteliğindeki eldeki davaya bakma görevi de ticaret mahkemesine ait olup; yerel mahkemenin, iş mahkemesinin davaya bakmakla görevli olduğundan bahisle, verdiği görevsizlik kararı usul ve yasaya aykırıdır. 

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. 

Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`na eklenen <Geçici Madde 3> atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440/III maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 25.12.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Gerek mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu`nda, gerekse 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu`nda, Borçlar Kanunu`nun (Türk Borçlar Kanunu`nun) rekabet yasağına ilişkin hükümlerinde öngörülen hususlardan doğan hukuk davalarının ticari dava olduğu belirtilmiş ise de, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu`nun 5.maddesinde yer alan: hükmü, bu konuda ayrı bir düzenleme bulunup bulunmadığının göz önünde bulundurulmasını gerektirmektedir.

İşçinin haklarını adalet mercilerinde çabuk, kolay ve ucuz bir surette almasını temin etmek amacıyla özel İş Mahkemeleri Kanunu çıkarılmıştır. Ayrı bir iş yargılaması ve bu yargılamayı uygulayan özel mahkemelerin kuruluşu, esasen iş hukukunun işçiyi koruma hukuki niteliğinden kaynaklanmaktadır. 

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu`nun 1.maddesinde iş mahkemelerinin, < İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle... işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli> olduğu belirtilmiştir.

Şu halde, İş Mahkemeleri Kanunu ile işçi ve işveren arasında iş sözleşmesinden doğan uyuşmazlıkları çözme görevinin iş mahkemesine verilmiş olması, Türk Ticaret Kanunu`nun 5.maddesinde yer alan ibaresinin karşılığıdır. Başka bir anlatımla, İş Mahkemeleri Kanunu`nun 1.maddesi, TTK.m.4`de belirtilen ticari davalara bakma görevinin ticaret mahkemelerine ait olduğunu belirten 5.maddedeki `aksine hükmü` öngören bir düzenlemedir. Benzer bir durum, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu`nun 76. maddesinde 03.03.2001 tarih ve 4630 sayılı Kanunun 30. maddesi ile yapılan değişikliğin sonucu olarak kurulan Fikri ve Sınai Haklar Mahkemeleri için söz konusudur. TTK.m.4`de fikri mülkiyet hukukuna dair mevzuatta öngörülen hususlardan doğan davalar da ticari dava sayılmasına rağmen 5846 sayılı Kanun uyarınca kurulan Fikri ve Sınai Haklar Mahkemelerinin kuruluşuna ilişkin düzenlemenin TTK.m.5`de belirtilen aksine hükmü karşıladığı kabul edilmektedir. Aksi halde tüm fikri haklara ilişkin uyuşmazlıklarda ticaret mahkemelerinin görevli olması gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. 

Rekabet yasağına ilişkin gerek Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu`nun 348-352.maddeleri, gerekse 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu`nun 444-447.maddeleri hizmet sözleşmesine ilişkin hükümler içinde düzenlenmiştir. Her iki kanunda da rekabet yasağına ilişkin sözleşmenin kurulması ve sınırları özellikle işçinin korunması ilkesi dikkate alınarak düzenlenmiştir. Gerçekten, işçinin çalışma hakkı, rekabet yasağına ilişkin sözleşmelerin yer, süre ve konu itibariyle sınırlandırılmasını gerektirmektedir. 

İşçi ile işveren arasında sözleşmenin sona ermesinden sonraki dönem için rekabet yasağına ilişkin bir anlaşma olmadıkça, Borçlar Kanunu`ndaki hükümler tek başına işverene talep hakkı vermez. Başka bir anlatımla, taraflarca rekabet yasağı konusunda anlaşma yapılmışsa işveren, sözleşmeye aykırı davranıldığını ileri sürerek cezai şart ya da tazminat talebinde bulunabilecektir. Bu nedenle, burada borcun kaynağı kanun değil, iş sözleşmesidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 22.09.2008 tarih ve 9-517-566 sayılı kararında da vurgulandığı üzere Borçlar Kanununun 348. maddesinde düzenlenen rekabet yasağı asli yükümlülük doğuran bir sözleşme değildir, iş akdine bağlı olarak fer`i nitelikte bir yükümlülük doğurmaktadır. İş ilişkilerinden doğan rekabet yasağının düzenlenmesinin dayanağı iş ilişkisidir. 

İş sözleşmesi devam ederken işçinin sadakat borcu gereği zaten rekabet yasağı bulunduğundan bu konuda ayrı bir anlaşmanın varlığına gerek yoktur. Rekabet yasağının ihlali halinde işveren, iş sözleşmesine aykırı davranıştan ötürü sözleşmeyi haklı nedenle feshedebileceği gibi, varsa zararının tazminini de isteyebilecektir.

Türk Borçlar Kanunu`nun rekabet yasağının sona ermesini düzenleyen 447.maddesinde iş sözleşmesinin işveren tarafından haksız olarak ya da işçi tarafından haklı nedenle feshedilmiş olması halinde rekabet yasağının sona ereceği düzenlenmiş olup, haklı fesih müessesesinin iş hukuku ilkeleri çerçevesinde ticaret mahkemesince değerlendirilmesinin güçlüğü ortadadır. 

Uyuşmazlığın kaynağı iş sözleşmesi olduğundan Borçlar kanununun 348 ve devamı maddelerine dayalı olarak iş Kanunu kapsamında işçi sayılan kişinin, rekabet yasağı sözleşmesinin ihlali nedeniyle açılan cezai şartın tahsiline ilişkin davalarda iş mahkemeleri görevlidir. İşçi ile işveren arasında rekabet yasağı sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda iş mahkemelerinin görevli olduğu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 19.09.2007 tarih ve 2007/11-602-591, 22.09.2008 tarih ve 2008/9-517-566 sayılı kararları ile de kabul edilmiş ve Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin içtihatları da hep bu doğrultuda oluşmuştur (23.05.2006, 6891-15193; 24.12.2009,26954-36971; 25.01.2010. 2008/14902-2010/1271) 

Somut olayda davacı işveren ile davalı işçi arasında rekabet yasağına ilişkin düzenlenmiş olan sözleşme uyarınca tarafların talep edebilecekleri cezai şart ve tazminata ilişkin davaların görülme yeri iş mahkemeleri olduğundan, sayın çoğunluğun Ticaret Mahkemesinin görevli olduğu yöndeki görüşüne katılamıyorum.