Loading...
25.05.2022

Ceza Kararnamesi İle Verilen Hükümlülük

T.C. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 
E. 2011/4-522
K. 2012/71
K. T. 28.2.2012


> CEZA KARARNAMESİ İLE VERİLEN HÜKÜMLÜLÜK ( Tehdit/Son Karar Niteliğinde Bir Hüküm Olduğu Ancak AİHM Tarafından Bu Yöntemin Adil Yargılama İlkesine Aykırı Olduğuna Karar Verildiği – Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasına Engel Oluşturmayacağı )

> TEHDİT ( Ceza Kararnamesi İle Hükümlülük Kararı Verildiği – Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasına Engel Teşkil Etmeyeceği )

> HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI ( Ceza Kararnamesi İle Hükümlülük Kararı Verildiği – Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasına Engel Teşkil Etmeyeceği/Tehdit )

> TEMYİZE TABİ OLMAYAN HÜKÜM ( Ceza Kararnamesi İle Hükümlülük Kararı Verildiği – Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasına Engel Teşkil Etmeyeceği/Tehdit )

5237/m.106

5271/m.231

ÖZET : Tehdit suçunda; uyuşmazlık; ceza kararnamesi ile verilmiş olan hükümlülüğün, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına engel oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesine ilişkindir. Ceza kararnamesi ile verilen ve usulüne uygun olarak kesinleşmiş bulunan mahkûmiyetlerin son karar niteliğinde bir hüküm olduğunda kuşku bulunmamakta ise de, genel yargılama kurallarından farklı ve kendine özgü istisnai bir yargılama yöntemi ile verilmiş olmaları, temyize tabi olmamaları sebebiyle tekerrüre esas alınmamaları, doğurduğu sakıncalar sebebiyle bu kuruma 5271 Sayılı C.M.K.nda yer verilmemesi, AİHM tarafından bu yöntemin adil yargılama ilkesine aykırı olduğuna karar verilmesi gibi hususlar göz önüne alındığında, ceza kararnamesi ile verilen mahkûmiyetlerin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına engel oluşturmayacaklarının kabulü hakkaniyete uygun düşecektir.

Sanığın ceza kararnamesi ile verilmiş olan mahkûmiyetinin, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanmasına engel olmayacağına dair Özel Daire kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

DAVA : Tehdit suçundan sanık R.K.’ın 5237 Sayılı T.C.K.nın 106/1, 62 ve 50/1-a maddeleri uyarınca 3000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Foça Sulh Ceza Mahkemesince verilen 15.2.2007 gün ve 289-66 Sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 17.10.2011 gün ve 16391-17531 sayı ile;

“… 2-Tehdit suçundan kurulan hükmün ise;

Sanığın sabıka kaydında yer alan eski hükümlülük kararının, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına engel teşkil etmeyen ceza kararnamesinden ibaret olması nedeniyle;

8.2.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 Sayılı Kanunun 562. maddesiyle değişik 5271 Sayılı C.M.K.nın 231. maddesi uyarınca, sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi…”,

Zorunluluğundan diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA karar verilmiştir.

Yargıtay C. Başsavcılığı ise 28.11.2011 gün ve 144382 sayı ile;

” …Çözümlenmesi gereken sorun, kasten işlenen suçtan dolayı ceza kararnamesi ile verilen hükümlülüğün hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına engel oluşturan nitelikte olup olmayacağının belirlenmesine ilişkindir…

‘Ceza kararnamesi’ genel yargılama kurallarından farklı kuralları bulunan, kendine özgü hızlandırılmış bir yargılama yöntemidir. Bu yargılamanın en önemli özelliği, sanık davet edilip sorgusu yapılmadan ve kanıtlar ortaya konulup tartışılmadan, evrak üzerinden karar verilmesidir. Bir başka anlatımla duruşma açılarak yüz yüze yargılama yapılmadan, mevcut kanıtlarla yetinilmek suretiyle dosya üzerinden karar verilmektedir. Bu yolla basit işlerin çabuk çözümlenmesi, mahkemelerin iş yüklerinin hafifletilmesi, basit suçların yargılamalarının hızlı bir şekilde sonuçlandırılması amaçlanmıştır.

Ceza kararnamesi ile verilen kararlar temyiz yasa yoluna değil, CYUY’nın 390. maddesi gereğince itiraz yasa yoluna tabidir. İtiraz edilmeyen veya süresinde yapılan itirazın reddedilmesi halinde kesinleşen ceza kararnameleri, son karar niteliğini aldığından hükmün sonuçlarını doğuracak, infaz edilecektir. Bu kararlar için kesinleştiklerinde yazılı emir yasa yoluna başvurulması olanaklıdır.

Öte yandan, CYUY’nın 305. maddesiyle temyize tabi hükümler belirlenmiş ve temyize tabi olmayan hükümler hakkında ise, olağanüstü bir yasa yolu olan yazılı emir yoluna başvurulabileceği ve tekerrüre esas alınamayacağı esası getirilmiştir. Yine yerleşmiş yargısal kararlarda da belirtildiği üzere, bu yasa maddesinin uygulanmasında, Yargıtay yolunun açık olduğu hükümler, ittihaz edildikleri anda kesin hüküm etkisini taşımadıklarından yukarda sayılan diğer koşulların da gerçekleşmesi halinde tekerrüre esas alınacaklardır. Ancak temyiz yasa yoluna tabi olmayan kararların tekerrüre esas alınamayacağı, dolayısıyla da ceza kararnamesi ile verilen cezaların da tekerrüre esas olamayacağı kabul edilmiştir.

Ne var ki, ceza kararnamesi ile verilen kararların 1412 Sayılı CYUY’nın 305. maddesindeki düzenleme ve yerleşmiş yargısal kararlara göre tekerrüre esas alınamayacağı konusunda bir duraksama bulunmamakta ise de; anılan kararların hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına engel teşkil edip etmeyeceğinin tartışılması gerekmektedir.

Esasen ceza kararnameleri ile verilen hükümlülükler hükmün bütün sonuçlarını taşımakta ve infaz edilmektedir. Açılan bir kamu davasında kanıtların hüküm vermeye yeterli olması halinde yasada sayılan koşullara uygun olarak hakimin ceza kararnamesi düzenlemesi olanaklıdır.

Ancak, ceza kararnamesi düzenlemek veya duruşma açmak hakimin takdirinde olup, bu takdire dayalı olarak verilen kararlardan birinin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına esas alınarak diğerinin alınmaması eşitlik ilkesine aykırı olacaktır. Aynı nitelikte suç işleyen kişiler arasında bu şekilde eşitsizlik yaratılması, ceza adaletine olan güveni de sarsacak niteliktedir. Kaldı ki, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını düzenleyen C.M.K.231. maddesinde ceza kararnamesiyle verilen mahkûmiyet kararları ile ilgili açık bir hüküm de bulunmamakta yalnızca sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış olması koşulu aranmaktadır.

Tüm bu açıklamalar ışığında, adli sicil kaydında kasten yaralama suçundan ceza kararnamesi ile kurulan bir mahkûmiyet hükmü bulunması sebebiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının sanık hakkında uygulanması koşulları oluşmadığından, Özel Dairece bu konunun bozma nedeni sayılması isabetli olmayıp, yerel mahkeme hükmünün ONANMASINA karar verilmesi gerekir…”,

Görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurmuştur.

Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : İtirazın kapsamına göre inceleme, sanık hakkında tehdit suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay C. Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; ceza kararnamesi ile verilmiş olan hükümlülüğün, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına engel oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Yerel mahkemece 15.2.2007 tarihli karar ile, sanık hakkında 14.08.2006 tarihinde işlemiş olduğu tehdit suçundan sonuç olarak 3000 Lira adli para cezasına hükmedildiği, hükmün açıklanmasının geriye bırakılması hususunda bir değerlendirmenin yapılmadığı,

Adli sicil kaydına göre, sanık hakkında Foça Sulh Ceza Mahkemesince 21.03.2002 gün ve 283-44 Sayılı ceza kararnamesi ile, kasten yaralama suçundan 765 Sayılı T.C.K.nın 456/4 ve 19. maddeleri uyarınca verilen 142.365.600 Lira ağır para cezasının 647 Sayılı Kanunun 6. maddesi gereğince ertelendiği ve bu hükmün 14.06.2002 tarihinde kesinleştiği,

Anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlık konusunun çözümü açısından öncelikle hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve ceza kararnamesi kurumlarının incelenmesinde yarar bulunmaktadır.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 5395 Sayılı Çocuk Koruma Yasasının 23. maddesiyle kabul edilmiş olup, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 Sayılı Kanunun 23. maddesiyle 5271 Sayılı Kanunun 231. maddesine eklenen 5-14. fıkralar ile de büyükler için kabul edilmiş, aynı Kanunun 40. maddesiyle 5395 Sayılı Kanunun 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılık hariç olmak koşuluyla, çocuk suçlular ile yetişkin suçlular hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı koşullara tabi kılınmıştır.

Başlangıçta yetişkin sanıklar yönünden şikayete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası için kabul edilen bu müessese, 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe giren 23.01.2008 gün ve 5728 Sayılı Kanunun 562. maddesiyle 5271 Sayılı Kanunun 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklik ile hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezaları için uygulanabilir hale getirilmiş, şikayete bağlı suçlarla sınırlı olarak uygulanan bu müessese Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılap kanunlarında yer alan suçlar ayrık olmak üzere, tüm suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.

5560, 5728, 5739 ve 6008 Sayılı Yasalar ile 5271 Sayılı C.M.K.nın 231. maddesinde gerçekleştirilen değişiklikler sonucu hükmün açıklanmasının geri bırakılabilmesi için;

1- ) Suça ilişkin;

a- ) Yapılan yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası olması,

b- ) Suçun, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılap yasalarında yer alan suçlardan bulunmaması

2- ) Sanığa ilişkin;

a- ) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış olması,

b- ) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesi,

c- ) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak, sanığın yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması,

d- ) Sanığın bu kurumun uygulanmasını kabul etmesi,

Koşullarının varlığı gerekmektedir.

Tüm bu koşulların bulunması halinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve sanık beş yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır.

5271 Sayılı Kanunun 231. maddesinin 6. fıkrasının ( a ) bendinde öngörülen daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmama koşulu açısından herhangi bir ayrım gözetilmediğinden, hükmolunan cezanın hapis veya adli para cezası olmasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 3.2.2009 gün ve 250-13 Sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı üzere, 1.6.2005 tarihinden önce işlenen suçlar yönünden, önceki mahkûmiyetin 765 Sayılı T.C.K.nın 95/2. maddesi uyarınca esasen vaki olmamış sayılacağı haller veya 3682 Sayılı Adli Sicil Yasasının 8 ve 5352 Sayılı Adli Sicil Yasasının geçici 2. maddesi hükümleri uyarınca silinme koşulları oluşan önceki mahkûmiyetler, adli sicilden silinmiş olup olmadığına bakılmaksızın, 1.6.2005 tarihinden sonra işlenen suçlardan dolayı mahkûm edilen sanıklar yönünden ise, 5237 Sayılı T.C.K.nda tekerrür hükümlerinin uygulanması için 58. maddesinde öngörülen sürelerin geçmiş olması halinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif koşullarının değerlendirilmesinde engel bir neden olarak kabul edilemeyecektir. Ancak, yasal engel oluşturmayan bu mahkûmiyetlerin yargılama mercilerince, subjektif koşulun ele alınmasında sanığın suç işleme eğilimi açısından değerlendirmeye esas alınmasına da bir engel bulunmamaktadır.

Ceza kararnamesinin kurumunun ise ayrıca ele alınıp değerlendirilmesi gerekir.

5271 Sayılı C.M.K.nda yer almayan ceza kararnamesine dair 1412 Sayılı CYUY’nın 386. maddesinde; “Sulh mahkemelerinin görevi içinde bulunan suçlara sulh hakimi, duruşma yapmaksızın bir ceza kararnamesi ile karar verebilir.

Bu ceza kararnamesi ile ancak hafif veya ağır para cezasına veya nihayet üç aya kadar hafif hapis veya bir meslek ve sanatın icrasının tatiline veya müsadereye yahut bunlardan bir kaçına veya hepsine hükmedilebilir.

Ceza kararnamesiyle hükmedilecek hafif hapis cezası yerine ‘Cezaların infazı hakkında Kanun’ gereğince para cezası da hükmolunabilir” ,

388. maddesinde; “Ceza kararnamesi tertip edilmiş olan cezadan başka işlenmiş olan suçu, tatbik edilen kanun maddelerini sübut delillerini ve kararnamenin tebliği tarihinden itibaren sekiz gün içinde sulh mahkemesine bir istida takdimi veya bu hususta bir zabıt varakası yapılmak üzere mahkeme katibine yapılacak bir beyan ile itiraz olunabileceği ve aksi halde ceza kararnamesinin icra edileceğini ihtiva eder. Bu zabıt varakası hakime tasdik ettirilir.

Mahkûm, müddet bitmeden evvel itirazından vazgeçebilir”,

390. maddesinde; “Ceza kararnamesi ile hafif hapis cezasına hükmedilmişse itiraz üzerine duruşma yapılır. Şu kadar ki, sanık duruşmadan evvel itirazından vazgeçerse duruşmaya mahal kalmaz.

Duruşmada sanığı müdafii temsil edebilir. Hakim itiraz üzerine vereceği hükümde evvelki karar ile bağlı değildir.

Ceza kararnamesiyle hafif veya ağır para cezasına ya da muayyen bir meslek veya sanatın tatiline veya müsadereye yahut bunlardan birkaçına veya hepsine hükmedilmişse itiraz üzerine asliye mahkemesi başkan veya hakimi 301, 302 ve 303. madde hükümlerine göre itirazı inceler. Bu halde itiraz dilekçesinin verilmesi, aleyhine itiraz olunan ceza kararnamesinin icrasını durdurur” şeklinde düzenlenmeler bulunmaktadır.

Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin 22.10.2004 gün ve 25621 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 30.6.2004 gün ve 481-91 Sayılı kararı ile; “…Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 390. maddesinde ceza kararnamelerinin özelliği gereği farklı bir düzenleme yapıldığı görülmektedir. Bu maddenin 1. fıkrasında, ceza kararnamesi ile hafif hapis cezasına hükmedilmişse itiraz üzerine duruşma yapılacağı öngörülmüştür. Bu durumda genel usul kurallarının uygulanacağı açıktır. Maddenin 3. fıkrasında ise, diğer ceza ve yaptırımlar yönünden bu olanak ortadan kaldırılarak itirazın duruşma yapılmaksızın evrak üzerinden karara bağlanması kabul edilmiştir. Bu düzenlemeden, ceza kararnamesiyle hükmedilebilecek hafif hapis dışındaki ceza ve yaptırımların, özgürlüğü bağlayıcı ceza kadar önemli görülmediği anlaşılmakta ise de, para cezalarının ödenmemesi halinde hapis cezasına çevrilmesi, ayrıca, bunlara cezalandırma amacıyla hükmedilmesi, bu ceza ve yaptırımlara muhatap olan ve bunu kabul etmeyerek itiraz hakkını kullanan sanıklara hafif hapis cezasını içeren ceza kararnamelerinde olduğu gibi duruşma açılarak adil yargılanma ve savunma hakkının tanınmasını zorunlu kılmaktadır… Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural, Anayasa’nın 36. maddesine aykırıdır” gerekçesiyle, 1412 Sayılı CYUY’nın 390. maddesinin 3. fıkrasının iptaline karar verilmiştir.

5320 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun “Uyum Hükümleri” başlıklı 2. bölümünde yer alan 10. maddesiyle, ” ( 1 ) Ceza Muhakemesi Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce verilip henüz kesinleşmemiş ceza kararnamesi ile sonuçlandırılan dava dosyaları, mahkemesince re’sen ele alınarak duruşmalı yargılama yapılır” hükmü getirilmek suretiyle, 01 Haziran 2005 tarihinde önce verilen ve henüz kesinleşmeyen ceza kararnamesine dair uygulama yöntemine son verilerek 5271 Sayılı Yasaya uyumlu hale getirilmiştir.

Ceza Genel Kurulunun 19.04.2011 gün ve 84-55 Sayılı kararında da açıkça vurgulandığı üzere; 5271 Sayılı C.M.K.nda yer verilmeyen sulh ceza hakiminin ceza kararnamesi, genel yargılama kurallarından farklı kuralları bulunan, kendine özgü hızlandırılmış bir yargılama yöntemidir. Bu yargılamanın en önemli özelliği, sanık davet edilip sorgusu yapılmadan ve kanıtlar ortaya konulup tartışılmadan, evrak üzerinden karar verilmesidir. Bir başka anlatımla duruşma açılarak yüz yüze yargılama yapılmadan, mevcut kanıtlarla yetinilmek suretiyle dosya üzerinden incelemeyle karar verilmektedir. Bu yolla mahkemelerin iş yüklerinin hafifletilmesi ve basit suçların yargılamalarının hızlı bir şekilde sonuçlandırılması amaçlanmıştır.

Ceza kararnamesi ile verilen kararlar temyiz yasa yoluna değil, 1412 Sayılı CYUY’nın 390. maddesi uyarınca itiraz yasa yoluna tabidir. İtiraz edilmeyen veya süresinde yapılan itirazın reddedilmesi halinde kesinleşen ceza kararnameleri, son karar niteliğini aldığından hükmün sonuçlarını doğuracak ve infaz edilecektir.

Bununla birlikte yerleşmiş yargısal kararlarla da; temyiz yasa yoluna tabi olmayan kararların tekerrüre esas alınamayacağı, dolayısıyla ceza kararnamesi ile verilen cezaların da tekerrüre esas olamayacağı kabul edilmiştir.

Öte yandan, Anayasa’nın 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu öngörülmüş, yine Anayasamızın 90. maddesi uyarınca iç hukuk kuralı haline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde adil yargılanma hakkı hükme bağlanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ülkemiz aleyhine açılmış olan birçok davada ( Piroğlu ve Karakaya/Türkiye, no:36370/02; Dağlı/Türkiye, no:28888/02; Karahanoğlu/Türkiye, no:74341/01; Mevlüt Kaya/Türkiye, no:1383/02; Taner/Türkiye, no:38414/02; Yeşilyurt ve Tutar/Türkiye, no:8296/05; Oyman/Türkiye, no:39856/02; Nurhan Yılmaz/Türkiye, no:16741/04; Akbulut/Türkiye, no:7076/05 ) aynı yöndeki başvuruları inceleyerek; “…Mahkeme, olay zamanında yürürlükte olan ilgili iç hukuk kurallarına uygun olarak başvuranın yargılanması sırasında açık duruşmaya yer verilmediğini gözlemler… Başvurana, davasını gören mahkemeler önünde kendisini bizzat ya da avukatı vasıtasıyla savunma imkanı tanınmamıştır. Bu sebeple mahkeme, başvuranın cezai kovuşturmaya aktif olarak katılamadığı kanaatindedir… Yukarıda belirtilenler ışığında mahkeme, adli merciler tarafından uygulanan usulün başvuranın savunma haklarını tam olarak kullanmasını engellediği ve dolayısıyla yargılamayı adil olmayan bir hale getirdiğine karar vermiştir” gerekçesiyle ceza kararnamesi ile verilen hükümlerde AİHS’nin 6/1. maddesinin ihlal edilmiş olduğuna karar vermiştir.

Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

1412 Sayılı CYUY’nda yer alan düzenlemelere göre ceza kararnamesi ile verilen ve usulüne uygun olarak kesinleşmiş bulunan mahkûmiyetlerin son karar niteliğinde bir hüküm olduğunda kuşku bulunmamakta ise de, genel yargılama kurallarından farklı ve kendine özgü istisnai bir yargılama yöntemi ile verilmiş olmaları, temyize tabi olmamaları sebebiyle tekerrüre esas alınmamaları, doğurduğu sakıncalar sebebiyle bu kuruma 5271 Sayılı C.M.K.nda yer verilmemesi, AİHM tarafından bu yöntemin adil yargılama ilkesine aykırı olduğuna karar verilmesi gibi hususlar göz önüne alındığında, ceza kararnamesi ile verilen mahkûmiyetlerin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına engel oluşturmayacaklarının kabulü hakkaniyete uygun düşecektir.

Bu nedenle, sanığın ceza kararnamesi ile verilmiş olan mahkûmiyetinin, 5271 Sayılı C.M.K.nın 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanmasına engel olmayacağına dair Özel Daire kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk düşüncesine katılmayan on Genel Kurul Üyesi; “itirazının kabulü gerektiği” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- ) Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının reddine,

2- ) Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, 28.02.2012 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.